Şiir

Şiir Kitapları 
Âteş-pâre (1884), Serâre (1885), Fürûzan (1886), Sünbüle (1890), Yâdigâr-ı Nâcî (1896).
Naci’nin ismi, Türk edebiyatında, 1880′den sonra duyulmuş ve kısa zamanda üne ulaşmıştır. Bu hızlı ve yaygın ünde, şiirdeki eski-yeni mücadelesinin 1385- 1893 arasındaki en şiddetli safhasına -eski edebiyat taraftarlarının lideri olarak- adının geniş gürültülerle karışmış olmasının da payı büyüktür. Eski nazmın tekniğini iyi bilen ve ona kuvvetle hâkim olan Naci’nin bu teknikle yazdığı şiirlerin sayısı, Batı’nın tesirinde yazdığı şiirlerin sayısından çoktur. Aydın bir aileye mensup bulunmaması ve üstelik yetişme ve gelişme çağında İstanbul’un aydın çevrelerinden uzakta kalması, yeni edebî akımlardan zamanında haber alamaması, Fransızcayı geç öğrenmesi ve bu yüzden Batı edebiyatı ile de erken temasa geçememesi gibi sebeblerle -bir hamle adamı karakteri taşımasına rağmen- daha çok eski edebiyat saflarında kalan Naci, Fransız edebiyatını tanıdıktan sonra Batı edebiyatının da değerini iyice anladı. Ancak, Fransız edebiyatından tercümeler yaptığı ve bir de piyes yazdığı halde, tam bir dönüş yapmanın artık imkânsızlığı karşısında, ortalama bir yol tutturarak, Türk edebiyatının kökten değil, kısmî bir şekilde modernleştirilmesine taraftar olabildi. Bu davranışı, onu batılı tarzda da şiir denemelerine götürdü ve başarılı örnekler verdi. Daha çok Âteş-pâre’de rastlanabilen bu örnekler arasında, Kuzu, Dicle, Kebûter, Şâm-ı Gariban en tanınmış ve beğenilmiş olanlarıdır. Naci’nin -kendini hararet ve samimiyetle kuşatan eski edebiyat taraftarlarının büyük hayranlıkları arasında- ömrünün vakitsiz sona erişi, eski şiirin de ölümünü hızlandırdı.



Münâcât
İlâhî cihân-âferîn zü’l-celâlim
Şuhûd-î rübûbiyyetinde avalim
Temâsîl-i erteng-i pür-hikmetindir
Kerîm ü kerem-dîde, mazlum ü zâlim
Huzurunda mahsût-i kalb ü lisânım
Hurûşân-sirişkim, perîşân-mekaalim
Ne hacet var izhâr-ı acz ü niyaza
Bütün iftikarım, bütün ibtihâlim
Muammâ-yı dil bir garîb âferîde
Ne mecnûn ne âkil ne câhil ne âlim
Bilen varsa sensin nasıl nüshayım ben
Bana verdi hayret gumûz-î mealim
Nasıl i’timâd eyleyim mâ-sivâya
Ki her bir demimdir dem-î intikaalim
Beka yoksa dünyâda ukbâda vardır
Benim var mı yoktur demek ihtimâlim
Eder rûh-i Nâcî şu ikrarı tekrar
Masûnü’z-zevâlim, Masûnü’z-zevâlim
Senin lûtf-i vâlânı gözler ümîdim
Senin kurb-i â’lânı özler hayâlim
Şu hâlim olur belki gufranı câlib
Olur belki gufranı câlib şu hâlim

 
Gazel

Gönlüme sâkîyi mi’mâr eyledim mey-hânede
Allah Allah Kâ’be i’mâr eyledim mey-hânede
Ol kadar çaktım ki tersâ-zâdegânın aşkına
Berke döndüm neşr-i envâr eyledim mey-hânede
Merkez-î feyzimde oldum müstakar hur-şîd vâr
Encüm-i akdâhı seyyar eyledim mey-hânede
Kâ’be-yî kuyun anıp nûş ettiğim sâgarları
Zemzem-î eskimle ser-şâr eyledim mey-hânede
Gel de cûş-â-cûşunu seyr eyle Mes’ûdî’lerin
Başka bir âlem bedîdâr eyledim mey-hânede

 
Kebûter

Uçtukça hayâl-i yâr gözde
Ârâma bulup medar sözde
Şeh-dâne-yl dîde-yî terimle
Meşgul olurum kebûterimle
Bir öyle enîs-i cân bulunmaz
Amma o da her zaman bulunmaz
Terk eylemiş işte âşiyânı
Hâkî iken olmuş âsumânî
Baktıkça o sun’-i ber-kemâle
Şâhîn-i kaza gelir hayâle
Göklerde gezen o bâl-i menkuş
Bir gün olacak zemîne mefrûş
Hoşnûd musun bu ibtilâdan
Bilmem ne usandın inzivadan
Bir beyza içinde hayli eyyam
Tenhâca kapandın ettin ârânv
Âh olsa idim şu sırra vâkıf
Nerden girip oldun anda âkit
Çıktın büyüyüp fezâ-yı feyze
Hatırda mı tenk-nây-ı beyza
Geh arkadaşınla gâh tenhâ
Hürrüm diyerek uçarsın amma
Gâhî o nigâh-ı vahşet-âsâr
Hiss ettiriyor ki bir gamın var
Etmiş seni de karîn-î hayret
Hürriyet içinde bir esaret
Baksan görünür bu dâr-ı ibret
Sayyâd ile saydtan ibaret
Gördün mü bu dâm-gehte âzâd
Bir damın esîri sayd ü sayyâd
Âlem bu tarîke münseliktir
Yekdîğeri sayda münhemiktir
Bir gurk ana geldi oldu cellâd
Av bekler iken av oldu sayyâd
Bir başka cihan olunsa ibraz
Etsek şuradan seninle pervâz
Dünyâ nedir anmasak unutsak
Âvâreyiz âşiyâna tutsak